BEŞ VAKİT
(Filmle ilgili keyif kaçırıcı bazı bilgiler içeriyor.)
Uyan artık uyan çocuk!
Çekeceksin elbet zorluk
Kaç aydır evde kaldın
Sazdan düdük yapıp çaldın.
Ailenin evrimi nasıl bir süreç izlemiştir? Aile içinde çocuğun iradesi nerede başlar nerede biter? Bir çocuk nasıl ve neden eksik kalır? Peki eksik parçalarını nasıl tamamlayabilir? Eksik bir ailede büyümüş bir çocuk tam olabilir mi? Eksik bir çocuk nasıl bir baba olur? Babalık ve annelik ne demektir? Bir insan neden baba veya anne olmak ister? Bir eksikliği tamamlama çabası mıdır yoksa bu istek?
Çocukluğu, aile sistemini, yuvayı, acı deneyimleri, yaraları, model almayı, anlatan bir film...
Bu filmdeki çocuklar buruk, kızgın, hüzünlü ve yaralı...
Ne diyor filmdeki bir kadın : bunun bubası da böyleydi. Hatta bunun bubasının bubası da böyleydi. Aslında burada yeniden anlamış oluyoruz ki, bir insan farkındalık, bilinç, uyanış (adına ne derseniz deyin ) yaşamamışsa öğrendiği deneyimlerin, şemaların aynısını çocuğuna öğretiyor, yaşatıyor ve bunu bir gelenek görenek gibi devam ettiriyor. Peki öğrenme dediğimiz şey nedir? Özgür Bolat bunu bence çok güzel anlatıyor: öğrenme, deneyim aracılığıyla beyinde şema oluşturma sürecidir diyor. Çocuk deneyimlediği yaşanmışlıkla ilgili kendi şemasını yaratamazsa hazır bir şema alırsa o zaman da öğrenmeden söz edebiliriz. Fakat bu öğrenme sorgulanmamış gelenek ve göreneklerden farklı değildir. Hiç sorgulanmamış, üzerinde düşünülmemiş, neden sorusu sorulmamış. Bir kalıp alınmış ve beyne yerleştirilmiş. Şu cümleyi duydunuz mu hiç? " Bizim zamanımızda..........vardı. Siz ne şanslısınız. Biz bunları mı gördük sanki" Eminim çoğu insan bir defa olsun duymuştur bu cümleyi. Peki ne var bu cümlenin altında? Bence bu cümlenin altındaki anlamlarda ne bir tanesi şu: benim babam, annem ya da ailem bana bunları yaşatmadı, bugün ben sana yaşatıyorum. Değer bil, kıymet bil, şikayet etme, şükür et. Ne şanslısın bak!" Bu cümlenin altında, gelişen teknoloji, eğitim olanakları (?) gibi bir çok şeye daha da vurgu yapılıyor. Benim babam bana bunları sağlayamadı ama ben sana sağlıyorum. Peki ne kadar doğru? Hep bir kıyaslama içinde olmak, çocuğun gözünün içine yapılan fedakarlıkların bu kadar sokulması, ona yapılan fedakarlıkları anlatacağım diye, değer, kıymet bilsin diye yapılan davranışlar ona öğretilmek istenilenin yanında başka neler hissettirir ve öğretir. Belki hep bir aşağılık duygusu belki de hep bir ezilme hali...
Ne diyor filmdeki bir kadın : bunun bubası da böyleydi. Hatta bunun bubasının bubası da böyleydi. Aslında burada yeniden anlamış oluyoruz ki, bir insan farkındalık, bilinç, uyanış (adına ne derseniz deyin ) yaşamamışsa öğrendiği deneyimlerin, şemaların aynısını çocuğuna öğretiyor, yaşatıyor ve bunu bir gelenek görenek gibi devam ettiriyor. Peki öğrenme dediğimiz şey nedir? Özgür Bolat bunu bence çok güzel anlatıyor: öğrenme, deneyim aracılığıyla beyinde şema oluşturma sürecidir diyor. Çocuk deneyimlediği yaşanmışlıkla ilgili kendi şemasını yaratamazsa hazır bir şema alırsa o zaman da öğrenmeden söz edebiliriz. Fakat bu öğrenme sorgulanmamış gelenek ve göreneklerden farklı değildir. Hiç sorgulanmamış, üzerinde düşünülmemiş, neden sorusu sorulmamış. Bir kalıp alınmış ve beyne yerleştirilmiş. Şu cümleyi duydunuz mu hiç? " Bizim zamanımızda..........vardı. Siz ne şanslısınız. Biz bunları mı gördük sanki" Eminim çoğu insan bir defa olsun duymuştur bu cümleyi. Peki ne var bu cümlenin altında? Bence bu cümlenin altındaki anlamlarda ne bir tanesi şu: benim babam, annem ya da ailem bana bunları yaşatmadı, bugün ben sana yaşatıyorum. Değer bil, kıymet bil, şikayet etme, şükür et. Ne şanslısın bak!" Bu cümlenin altında, gelişen teknoloji, eğitim olanakları (?) gibi bir çok şeye daha da vurgu yapılıyor. Benim babam bana bunları sağlayamadı ama ben sana sağlıyorum. Peki ne kadar doğru? Hep bir kıyaslama içinde olmak, çocuğun gözünün içine yapılan fedakarlıkların bu kadar sokulması, ona yapılan fedakarlıkları anlatacağım diye, değer, kıymet bilsin diye yapılan davranışlar ona öğretilmek istenilenin yanında başka neler hissettirir ve öğretir. Belki hep bir aşağılık duygusu belki de hep bir ezilme hali...
Ailesinden dayak yiyen bir çocuk büyüdüğü zaman çocuğunu dövedebilir ya da tam tersi bu davranışı kendi deneyimlediği için bunu asla çocuğuma yaşatmayacağımda diyebilir. Peki girdiler aynı olsada çıktılar neden farklı olur? Bunun nedeni yine şemalar da saklı bence. İki çocuk düşünelim dayak yiyor. Üzülüyor, ağlıyor, köşesine çekilip düşünüyor. Birinci çocuk şöyle düşünüyor: benim babam beni dövdü ve canımı çok yaktı oysaki sadece yaramazlık yaptım. Babam beni dövdü ben yaramazlık yapmaya korkuyorum çünkü yaparsam yine döver. Bir davranışı engellemek istersek o zaman şiddet uygulamalıyız. " İkinci çocuk şöyle düşünüyor: " yaramazlık yaptım diye babam beni dövdü ama bunun yerine benimle neden konuşmayı seçmedi neden önce konuşmadık. Ben kimseye zarar vermedim ki, versem bile bilmeden de vermiş olma ihtimalim var. "
Filmin bir sahnesinde çiftleşen hayvanları gören erkekler hayvanlara bakarak gülüyorlar. İki kız çocuğunun ise aralarında şu diyolog geçiyor:
+ Ayy ne iğrenç.
- Çiftleşiyorlar. İnsanlar yapmıyorlar mı sanki?
+ Yapmıyorlar tabi. Zavallı canı çok acıyordur.
- Senin anan baban da yapıyor. Herkesinki yapıyor. Sor istersen öğretmene. ( İki şemada birbirinden farklı. İnsanlar yapmıyor mu sanki diyen çocuk görmese bile daha önceden anne babasının kapısını dinlerken bunu tahmin etmiş ve bu durum onu ağlatsada ,(belki freud'un bahsettiği elektra kompleksini atlatamamış olmasından dolayı belki babasının annesinin isteği olmadan ona bir davranışta bulunduğunu düşündüğü için belki de annesinin sert tutumlarının karşında, babasının ona yakın olması nedeniyle annesine olan kızgınlığından dolayı onu babasından uzak tutmak istemesi çünkü "annem babamı da kendisi gibi yapabilir düşüncesi) o bazı şemalar oluşturmuş , diğer çocuk için bu iğrenç bir durum. Belki de bunun nedeni duydukları ya da ona öğretilenler ya da yine onun anne ve babasını gözlerken bunu "iğrenç" olarak kodlamasıdır. Fakat erkek çocukları içindeki abisinin ona " ne bakıyorsun! Çabuk git! Babama söylerim" demesi ailesi içindeki oluşturulan şemaların bir göstergesi olabilir. Filmin ilerleyen sahnesindeki bir karede yine çiftleşen iki köpek gören bu kız çocuğunun bu sefer güldüğünü görürüz. İğrenç görülen durum artık gülünecek bir durumdur ve arkadaşla birlikte şema değişmiştir.
Ailenin tutumu nasıl olmalı? Filmde aynı girdinin ailedeki üç farklı çıktısı aslında çok güzel anlatılmış. 3 arkadaş eve akşam ezanından önce gelmesi gerekirken akşam ezanı okunurken eve geliyor. Birinci ailedeki çocuk geç kaldığı için ceza alıyor ve yemeğe oturtulmuyor. İkinci aile ceza vermiyor. Ama yemek yerken sürekli ikazda bulunup şu ellerinin kirine bak niye yıkamıyorsun? tarzında cümlelere maruz kalıyor. Yıkadım dediğinde baba aç bakayım diyor. Kanıt istiyor.( çocuk ilerde şöyle bir şema geliştirebilir: biri bana bir şey diyorsa ona inanmadan önce kanıt istemeliyim.) Üçüncü ailede bir kız çocuğunu görüyoruz burada sert tutum sergileyen anne, babaya: şuna(sahiplenmeme) bir şey de! Kız haliyle( sen kızsın düşüncesinin şeması çocukta nasıl olacak acaba?) dağlarda bayırlarda.
Peki sizce hangi anne veya babanın tutumu doğru?
Peki sizce hangi anne veya babanın tutumu doğru?
Neden çocuklar film boyunca hep yerde , çalılıkların, taşların, ağaçların arasında gözleri kapalı öylece uzanırlar?
Çobanlık yapan bir çocuk canı fıstık çektiği için biraz alıyor. O sırada onu gözleyen diğer çoban geliyor.Sırtını sopayla kıpkırmızı yapıyor. Daha sonra köyün erkeklerini bir kahvede çocuğun yarasına bakarken görüyoruz. Çocuğun bir ailesi olmadığını diyaloglardan anlıyoruz. Çocuğu döven adam şöyle diyor: tabi üç beş fıstık için dövmedim. Bilsin, öğrensin başkasının malına dokunmamayı." Köylülerden biri: E konuşarak anlat hayvan mı o?" der demez adam: bana akıl vermeyin" diyor. Oradaki herkes çocuğuna doğru davranıyor ve adama doğruyu mu öğretiyorlar? Kadınlar, anneler nerde? Onların söz hakkı yok mu? Bu kare toplumu ve onun kocaman ağzını aslında çok güzel tasavvur ediyor.
Belki yaraları biraz olsun sarmaya çalışan öğretmenler iğde ağacının o yüze değen yaprakları veyahut burnumuzu dolduran iğde kokusudur.
Yoksa öğretmen akıtan acılarımıza kova tutan mıdır?
Ağladın çocuk sen çünkü aslında istediğin sadece yaralanmamaktı ölüm değil....
Beş vakte kaç yara sığar?
Beş vakte neler sığmalı?
Siz hangi vakti beklersiniz en çok?
Teşekkürler Reha Erdem.
Yorumlar
Yorum Gönder